Sınırlar, ilişkide olduğumuz kişilere gerçekleri söyleyebilme yeteneğimiz ve cesaretimizdir aslında. Doğru insanları seçmemizi ve onlarla doğru zamanda ve doğru şartlar altında bir arada olmamızı da kolaylaştırır.
Elif Nesibe Temiz |
İlk kez gördüğümüz biri kapımızı çalsa hemen içeri almayız, öyle değil mi? Ya da yeni tanıştığımız birini eve çağırmak yerine önce dışarıda buluşuruz? Yılların dostuysa evimize gelen, onu misafir odamızda ağırlar; yatak odamıza ise kimseyi sokmayız. Bazı misafirlerimiz sadece yemeğe gelir, ancak çok güvendiklerimiz ailemizin içerisinde yatılı misafir olarak kalabilir. Bu seçimlerin hepsinde, aynen ülkeler arası vize başvurusunda uygulanan kıstaslar gibi, ilişki yönetimindeki kişisel süzgeçlerimiz devreye girer. İşte o süzgecin deliklerinin büyüklüğünü de sınır algımız belirler.
İnsan ilişkilerinde sınır kavramı, aslında bizzat Allah’ın “Hududullah” ifadesiyle Kur’an’da andığı bir terim. Rabbimiz özellikle eşler arası hukukta kullanıyor bu ifadeyi. Çünkü bu kavram daha çok hem kendimizle hem Rabbimizle hem de başkalarıyla kurduğumuz ilişkilerde ortaya çıkıyor. Bu ilişkilerin en uzun soluklu ve çatışmalısı da evlilik olduğuna göre Kur’an’da sınır kavramına bu konuda yer verilmesi oldukça anlamlı. Günümüzde ise modern psikoloji ile haklı olarak yeniden gündemimizde. Haklı olarak diyorum, çünkü hepimizin sınır kavramını doğru bilmemesi veya bilse de uygulayamaması sebebiyle pek çok yarası mevcut. Ya sınır koyup başkalarını kaybetmekten korkuyoruz ya da sınırlarımızı belirlemeyip kendimizi kaybediyoruz. Bu yüzden, şifa olabilecek ilişkiler insanı hasta edecek toksik bir duruma gelebiliyor.
Mükemmeliyetçilikten Kurtulmak Mümkün
Sınırları, insanın gerek fiziksel gerekse ruhsal olarak etrafına ördüğü çitler gibi düşünebiliriz. Zira ihtiyaçları sınırsız bir varlığın kendisine hudutlar çizmesi, bireysel anlamda hayatı daha yaşanılır hâle getiren bir durum. Aksi takdirde Üstat Bediüzzaman’ın Risale-i Nur küliyatında birçok kez ifade ettiği hadsiz hâcâtı içerisinde mahvolup gider insan. Yani kişi kendinin, insanlığının bilincinde ve sınırlarının, diğer bir deyişle kapasitesinin farkında olursa; kulluğunu icra etmede de işi birazcık kolaylaşıyor. Hayatta neleri yapıp yapamayacağının, neyin doğru veya yanlış olduğunun bilgisine daha net sahip oluyor. Aynı zamanda kendisini kimi zaman mutsuz kimi zaman da hasta eden mükemmeliyetçilikten kurtulup limitlerini ve hata payını kabullenebiliyor. Yoksa mükemmeliyetçilik algısı bize sınırlarımızı unutturup günün sonunda kendi kapasitemizin duvarlarına çarpa çarpa yorulmamıza yol açıyor.
Kendimizi tanıma noktasında da olmazsa olmazımız bu kavram. Kur’an’ın daha ilk sayfasında Fatiha Suresi’nde Allah bizimle tanışıp hem kendini hem de bizi bize tanıtırken; aslında bir nevi bu dünyadaki koordinatlarımızı belirliyor. Aynen bu şekilde kişinin kendisini bilmesi, taşıdığı sıfatların farkında olması, vasıflarını abartmadan ve azaltmadan söyleyebilmesi, kulluk vazifesini yerine getirebilmesi için son derece mühim. Çünkü biz kendimize verilmiş bir hediyeyiz ve sadece bu hediye üzerinde müdahale hakkına sahibiz. Ama odak noktaları farklı aynalara bakıyorsak kendimizi olduğundan çok daha güzel ya da tam tersine kusurlu görebiliriz. Bu da sınırlarımızı hatalı çizmemize ve kendimize zulmetmemize yol açıyor.
Sorumluluk mu Yük mü?
Hatalı harita, kişilik binamızı yanlış yere konumlandıracağımız anlamına geliyor. Böylelikle sınırlarımıza dahil olmayan pek çok şeyden de kendimizi sorumlu hissediyoruz. Komşunun bahçesinde olması gereken toprağı da biz ekmeye çalışıyoruz. Sonra da “Tükendik, bittik, bu yük bize ağır geldi.” diye söyleniyoruz. Allah insana kaldıracağından fazla yük yüklemez elbette. Ama benim taşıma listemde Allah’ın koyduklarının yanı sıra, o koymuş gibi kendime ödev vererek sahiplendiklerim de var. Yani sınırlar, insanın sorumluluk algısı ve tahammül gücünde de bariz bir biçimde karşımıza çıkıyor. Zira “Ben buyum.” diye şekillendirdiğimiz kişilik manifestomuzun kaçta kaçı aslında bizim üzerinde düşündüğümüz maddelerden oluşuyor; sorgulamıyoruz bile çoğu zaman. “Şunu yapmalıyım, bunu etmeliyim.” diyerek kendimize yakıştırdığımız görevlerin bizimle, kabiliyetlerimizle, ruh dünyamızla ne kadar uyumlu olduğuna bakmıyoruz. Çünkü daha fazla sorumluluğu üstümüze almak, bizi başkalarına karşı daha yardımsever, becerikli, çalışkan, tuttuğunu koparan, cesur vs. bir insan yapıyor. Ama bunu yaparken o sorumluluklar maalesef yüke dönüşüyor. Peki bir insan kendisine zarar vererek bir başkasına fayda sağlayabilir mi, dahası, sağlamalı mı? İşte sınırlarımızı öğrenmeye, kim olduğumuzdan önce kim olmadığımızı belirleyerek başlıyoruz.
Fark etmeli
Sinir sahibi olmak yerine doğru sınırlara sahip olmak için işe “fark etmez” demeyi bir kenara bırakarak başlayabiliriz. Zevklerimiz, hoşlandıklarımız, sevmediklerimiz hususunda kazanacağımız netlikler, insanlık için küçük görünse de bizim için oldukça kıymetli adımlar. Ne istediğini bilmeyi sabit fikirlilik ve seçeneksizlik hâline getirmediğimiz müddetçe, “fark etmez” cümlesinden vazgeçmek işe yarar bir yöntem olabilir. Elbette her konuda olduğu gibi burada da ifrat ve tefrite düşmemeye dikkat etmek gerek. Ne istediğimizi bilelim, başkalarından önce kendimize biz soralım derken; sadece kendi isteklerinin gerçekleşmesini arzulayan, olumsuz bir durumda da hayatı etrafındakilere zindan eden bencillerden de olmayalım.
Kısacası bulunduğumuz kabın şekline girmek yerine kendi şeklimizi yoğurduğumuz, karakterli bir duruştan bahsediyoruz. Yeter ki mayamız sağlam olsun. Aynı mayalı hamurdan bambaşka yemekler üretebildiğimiz gibi, aynı şuuraltı müktesebatına sahip olsak, aynı aileye mensup olsak, aynı şeylere inansak da farklılıklarımızla var olmamız ve bunları kavgaya değil zenginliğe çevirmemiz pekâlâ mümkün. Zira hayat siyah ve beyaz netliğinde ilerlemiyor. Bu sebeple gri rengi içerisinde kendi tonumuzu yakalayabilmemiz önem kazanıyor.
The Trial of a Limited Person with Boundaries
Boundaries are, in essence, our ability and courage to speak truths to those with whom we relate. They also make it easier for us to choose the right people, and to be together with them at the right time and under the right conditions.
If someone we meet for the first time knocks on our door, we don’t immediately let them in, do we? Or rather than inviting a newly acquainted person into our home, we first meet outside. A longtime friend may come to our home and we host them in the guest room—but we don’t let just anyone into our bedroom. Some guests come only for a meal, while those we trust deeply may stay over inside our family circle. In all these choices, personal filters operate in our relationship management, much like visa criteria between countries. And the size of the holes in that filter is determined by our perception of boundaries.
In human relationships, the concept of boundaries is in fact a term mentioned in the Qur’an as Hudûdullâh (the limits of God). Our Lord especially uses it in the jurisprudence between spouses. Because this concept emerges more prominently in the relationships we establish—with ourselves, with God, and with others. And since marriage is the longest and most conflict‑prone of these relationships, it is meaningful that the Qur’an addresses the concept of boundaries in this context. In our day, modern psychology rightly brings it back to the agenda. I say “rightly” because many of us either do not know the concept of boundaries correctly, or even if we do, we cannot apply it—and that creates many wounds. Sometimes we fear losing others if we set boundaries; other times we fail to define boundaries and lose ourselves. Thus the relationships that could heal us become toxic, harming us instead.
It Is Possible to Be Free from Perfectionism
We can think of boundaries like fences we build around ourselves, physically and psychologically. Because for a being with unlimited needs to draw limits around itself is something that, at an individual level, makes life more bearable. Otherwise, as the Master Bediüzzaman repeatedly states in his Risale‑i Nur collection, one would perish amidst unlimited hâcât (urgent needs). In other words, if a person is aware of their own humanity and recognizes their limits—or in other words, their capacity—then fulfilling their role as a servant becomes somewhat easier. They understand more clearly what they can and cannot do, what is right or wrong. At the same time, they can free themselves from the perfectionism that sometimes makes them unhappy or ill, and accept their limits and a margin for error. Otherwise, the perception of perfectionism erases our awareness of our boundaries, and in the end we exhaust ourselves by repeatedly hitting the walls of our capacity.
This concept is indispensable in self‑knowledge, too. Just as in the very first page of the Qur’an—the Fātiḥa—Allah meets us and introduces both Himself and us to us, in a sense specifying our coordinates in this world. In the same way, a person knowing themself, being aware of the qualities they carry and speaking them neither exaggeratedly nor diminutively, is extremely important for fulfilling the duty of servitude. Because we are a gift given to ourselves, and we hold the right to intervene only in that gift. But if we look in different mirrors whose focal points differ, we may see ourselves as much more beautiful—or much more flawed—than we truly are. This leads to drawing incorrect boundaries and committing injustice against ourselves.
Responsibility or Burden?
A faulty map means placing the building of our personality in the wrong location. Thus we feel responsible for many things that don’t belong inside our boundaries. We try to plant what should belong to the neighbor’s garden. Then we complain, “We are exhausted, used up—this burden is heavy for us.” Of course, Allah does not burden a person beyond their capacity. But in my “to‐carry list,” besides what Allah has placed, there are tasks I have assigned to myself as if they were given by Him. In other words, boundaries clearly appear in one’s sense of responsibility and tolerance. Because how much of our self‑manifesto—“This is who I am”—consists of things we have unthinkingly accepted, we often don’t even question. We say, “I must do this, I should do that,” but we don’t consider how much those duties align with our capabilities and inner world. Because taking more responsibility makes us appear more helpful to others, more capable, more diligent, courageous, etc. Yet, while doing so, unfortunately, those responsibilities turn into burdens. So, can a person benefit another by harming themselves—or should they? Here we begin learning our boundaries by first determining who we are not, before who we are.
We Must Be Distinct
To have proper boundaries rather than being quick to get angry, we can start by giving up saying “I don’t care.” Gaining clarity about our tastes, what we like, what we dislike may seem small for humanity, but for us they are precious steps. As long as we do not turn knowing what we want into rigidity or lack of options, giving up the phrase “I don’t care” can be a useful method. Of course, as always, we must avoid extremes. Knowing what we want, asking ourselves first rather than others—yet not becoming selfish people who demand only their desires be fulfilled and make life hell for others when things go bad.
In short: we speak of a stance that does not mold ourselves into the shape of the container we are in, but rather molds our own shape with character. Provided our “yeast” is solid. Just as from the same dough we can make very different dishes, even if we belong to the same subconscious heritage, the same family, believe in the same things, we can exist with our differences and transform them into richness rather than conflict. Life does not progress in stark black and white. Thus the ability to find our own tone within gray becomes important.